Türkiye Ekonomisinde Yeni Dönem: Çöküş

Son bir aydır, Türk Lirası Dolar, Euro, Riyal gibi pek çok para birimi karşısında yüzde 30’dan fazla değer kaybetti. Bu bir ayda yüzde 3,1 enflasyon kaydedildi. Yıllık enflasyon da buna bağlı olarak toplamda yüzde 21, gıda fiyatlarında yüzde 27, lokanta ve otellerde yüzde 29’a tırmandı. Diğer yandan bu rakamların gerçeği yansıtmadığı da zaten bilinmekte. Bu süreçte uluslararası değerlendirme kuruluşları sırayla Türkiye’nin kredi notunu negatife çevirmeye başladı. Merkez Bankası geçtiğimiz hafta iki kez dövize müdahale için dolar sattı, böylece net rezervindeki eksi büyüme de devam etti. Reuters bunu “Türkiye sahip olmadığı parayı harcıyor” manşetiyle duyurdu. 

Türkiye’de zaten uzun zamandır reel gelirlerdeki azalma önemli bir gündem maddesi durumunda. Özellikle asgari ücretin, devlet, işçi ve işveren sendikaları tarafından yapılan müzakerelere dayalı olarak yine devlet tarafından belirleneceği bu günlerde yayınlanan raporlar, yoksullaşmayı net biçimde ortaya koyuyor. DİSK-AR raporuna göre; Türkiye 2021’de Arnavutluk’tan sonra Avrupa’da en düşük asgari ücretine sahip ikinci ülke. Yine rapora göre, Türkiye’de 3,4 milyon işçi (bütün ücretli çalışanların yüzde 18’i) asgari ücretin altında bir ücretle çalışıyor. 1.500 TL’den daha az ücretle çalışan işçi sayısı 1,7 milyon. Asgari ücret ve altında bir ücretle yaşamını sürdürmek zorunda olan işçilerin sayısı 6,3 milyon (bütün ücretli çalışanların yüzde 33,8’i) civarında.

AKP Hükümeti, bu bilinçli bir tercihmiş gibi davranmayı sürdürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “ekonomide yeni dönem” adını verdiği bu dönemi anlatırken, “Türkiye’nin Çin gibi malı ucuza üretip, bunu Avrupa’ya satarak, bu üretimden dolar girdisi sağlamayı” hedeflediklerini aktardı. Bunun da Çin ve Almanya gibi, düşük faiz politikası ile mümkün olduğu konusundaki düşüncesi (hatta sürekli olarak bürokrat yiyen inadı) herkes tarafından biliniyor.  Erdoğan, zor yolu seçtiklerini, altı aylık bir süreç öngördüklerini, ancak 2022’den itibaren vatandaşın da rahatlayacağını düşündüğünü belirtti. Geçtiğimiz günlerde yeni atanan Merkez Bankası Başkanı da; “Mevcut para politikası duruşumuzun birikimli etkilerini 2022 yılının ilk yarısında gözlemleyeceğiz” dedi. 

Peki bu gerçekten yeni bir model mi? Türkiye gerçekten ucuz emek, düşük faiz, yüksek üretim bileşenlerine sahip olduğu iddia edilen bu “yeni ekonomik modelle” Çin’in ayak izlerini mi takip ediyor? Yoksa gerçekten tren raydan çoktan çıktı mı? 

Aslında, 2013’ten bu yana sermaye hareketlerinin yavaşlamasıyla birlikte, Türkiye’de mevcut ekonomik modelin işlemediğini zaten görüyorduk. İktidarın faiz indirimi yoluna gitmekte ısrar etmesi, TL’nin değer kaybetmesi demek. Bu da ülkenin son kalan varlıklarının BAE, Katar gibi ülkelere çok daha ucuza peşkeş çekilerek yeni kaynaklar yaratılmasının yolunu açıyor. 2022’nin ikinci yarısında yapılacağı neredeyse kesin olan genel seçim öncesi rahatlama görüntüsü verilmesi için tek yol bu. Diğer yandan yabancı paralar karşısında TL’nin değer kaybı özellikle ihracatçılar, inşaat sektörü, iç piyasaya üretim yapanlar ve tüm TL ile borçlananlar için önemli bir avantaj sağlıyor.

Ancak TL’nin değer kaybetmesinin onun rekabet gücünün artması ve yabancı sermayenin Türkiye’de yatırım yapacak olması sonucunu doğurup doğurmayacağı bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren hızla asgari ücretliler toplumuna dönüşen Türkiye’de emekçi sınıfların her geçen gün ücretlerinin azalması ve günden güne yoksullaşmasıdır. Üstelik özellikle gıda fiyatlarındaki artış gıdaya erişimi zorlaştırması geri dönülmez sonuçlara yol açıyor. Ülkede birinci gündem ekonomi haline gelmiş durumda; günde 200’ün üzerinde gerçekleşen pandemiye bağlı ölümler ve bu alandaki kötü politika dahi artık konuşulmuyor. Çöküş kaçınılmaz görünüyor. Bu süreçte Türkiye’deki egemen baskı iklimi ile de bağlı olarak sadece zayıf protestolar yapılabilmiş olsa da, işçi sınıfı ve yoksulların AKP’ye karşı kini yükseliyor. Ne yazık ki halihazırda bu kini siyasete tahvil edecek sosyalist bir siyasi alternatiften yoksunuz. Ancak emekçilerin ve ezilenlerin ortak mücadelesi için yeni sol zeminler yaratmaya da mecburuz.     

Recent Articles