Depremler sınır tanımıyor, dayanışmamız da öyle!

Türkiye-Suriye sınırında meydana gelen depremin yol açtığı yıkım ve trajedinin büyüklüğü karşısında pek çok kişinin şaşkın olması doğaldır. Şimdiye kadar (7/2) ölü sayısı 5.000’i aşarken, günler geçtikçe bu sayının dramatik bir şekilde artması bekleniyor. 

Doğal bir afet mi? 

Medya ve hükümetler, ister deprem, ister yangın veya şiddetli yağış ve sel olsun, bu tür trajedileri “doğal afet” olarak etiketlemekte acele ediyorlar. 

Fakat, binlerce insan, deprem nedeniyle değil, esas olarak binaların dayanıksız ve uygun olmaması nedeniyle öldü. Bilim camiasından çok büyük depremlerin beklendiği konusunda açık uyarılar gelirken, Türk devletinin dev fay hatları üzerinde kamu ve özel altyapıların statik yeterliliğini sağlama konusundaki kayıtsızlığı onları öldürdü. Depremin olduğu bölgede karını en üst düzeye çıkarmak adına, inşaatların kalitesini büyük ölçüde keyfi olarak düşüren ve deprem önleyici koruma hükümlerine uymayan, büyük inşaat sermayesinin vurgunculuğuyla öldürüldüler. Ayrıca, jeologlar ve sismologların yıllardır bölgede tetiklenen depremsellik için uyardıkları Güneydoğu Türkiye’deki Atatürk Barajı (dünyanın 3. büyük barajı) gibi çevre karşıtı mega projeler tarafından da öldürülüyorlar. Devletin suç sayılacak derecede eylemsizliği ve sıradan insanları çaresiz ve terk edilmiş bırakan sivil korumanın olmaması nedeniyle öldürülmeye devam ediyorlar. 

Yaşadığımız bölge sismiktir ve tarihsel olarak çok büyük depremler üretmiştir. 1999’da Yunanistan ve Türkiye’deki depremleri ve ayrıca Ekim 2020’de Ege’nin her iki yakasında meydana gelen depremi hatırlayalım. 

Mesele deprem olup olmadığı değil, insanların depremin etkilerinden nasıl korunduğudur. Stabilite kontrolleri ve güvenlik önlemleri için para vermek yerine Rafale, F-16 ve F-35 için milyarlar veriliyor. Yunanistan ve Türkiye, hazırlık tatbikatları yapmak, uygun ekipman ve yeterli eğitim ve arama kurtarma mekanizmasına personel sağlamak yerine, polis baskısında rekabet ediyor. 

Madencilik ve nükleerler 

Ve sadece bu da değil. İki ülke yeni petrol ve doğal gaz madenciliği projeleri geliştirme yarışına girdi. Madencilik ve fosil yakıt yakmanın iklim krizini ve milliyetçi rekabeti yoğunlaştırmasının dışında, başka yan etkileri de var. Bu madenlerin yeni depremleri tetikleyebilecek sismik sarsıntılara neden olduğu kanıtlanmıştır. Bunun dışında, madencilik platformları büyük depremlerde (veya başka kazalarda) büyük ekolojik felaketlere neden olabiliyor. Henüz 2021 yılının Temmuz ayında Meksika Körfezi’ndeki bir gaz boru hattı kazasından dolayı denizde yangın çıktı. 

Ancak iki hükümetin yıkıcı politikası burada da bitmiyor. Bu sismik bölgede altın ve diğer mineral metallerin madenciliği planlanmaktadır. Zehirli atık içeren dış tanklar, deprem, sel veya diğer kaza durumlarında neredeyse her zaman sızıntı yapar ve içerikleri geniş alanları kirletir. Örnek olarak, “Çernobil’den sonra Avrupa’daki en kötü çevre felaketi” olarak tanımlanan Romanya’daki altın madenciliğinden Tuna Nehri’ne dökülen siyanürden ve aynı zamanda Türkiye’de yakın zamanda Fırat Nehri’ne dökülen siyanürden bahsedebiliriz. Resmi tamamlamak için, Türk hükümeti Doğu Anadolu fay hattının yanındaki Akkuyu’da bir nükleer santral inşa ederken, Yunan hükümeti Bulgaristan’ın Kozlodui kentinde, üretiminin uzun vadeli emilimi için taahhütlerle, yeni bir nükleer santralin inşasını dolaylı olarak finanse etmeye hazırlanıyor. Fukuşima’daki nükleer kazanın bir depremden kaynaklandığını hatırlayalım. 

Sessiz kalmıyoruz!

Tüm bu nedenlerden dolayı, madenciliğe ve çevreye zarar veren her türlü politikaya kesinlikle karşıyız. Türk halkının bu dönemde hayatta kalma mücadelesinde olduğu kadar, genel olarak çevre tahribatına ve savaşa karşı mücadelesinde de dayanışma içindeyiz. Barışçıl ve ekolojik bir yaşam için hükümetlerimizin politikalarına karşı Türkiye ve Kıbrıs’taki hareketlerle ortak bir cephe inşa ediyoruz. Sessiz Kalmıyoruz, Onurlu Ortak Yaşama Sahip Çıkıyoruz!

*Μας σκάβουν τον λάκκο, Yunanistan’daki çevre ve sosyal örgütlerin maden çıkarma ve savaş karşıtı bir girişimidir. Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’taki 73 çevresel, sosyal ve siyasi kolektifin girişimiyle oluşturulan “Μας Σκάβουν το Λάκκο-Kazma Birak” kampanyasının bir parçasıdır ve Doğu Akdeniz’deki ekstraksiyon ve savaşa karşı bir işbirliğidir.

Recent Articles